Zor günlerin tanıkları

Uçaklarla gönderilen fotoğraflar

Barış Harekatı sırasında Lefkoşa Uluslararası Havaalanı kapalıydı. Başka bir havaalanı da yoktu o günlerde. Türkiye’den biz gazeteciler olarak, mesela ben Milliyet gazetesine fotoğrafları göndereceğimde, Kırnı Havaalanı’na inen küçük uçaklar veya helikopterler vardı. Bu helikopterlere havaalanına gider ve zarflarımızı verirdik. Şimdi akıllı telefonlarla dahi bunları yapabilirsiniz ama o günlerde imkânı yoktu. Bu şekilde ya gelen helikopterle ya da küçük uçaklarla evvela Adana’ya gönderilir. Adana’da Milliyet’in, Hürriyet’in, Cumhuriyet’in yetkilileri gider alır ve İstanbul’a gönderirdi.

Ecevit’in ziyareti

Barış Harekâtı Dönemi’nde hükümetin başbakanı olan Bülent Ecevit Kıbrıs’ı ziyaret ettiğinde ben o Kıbrıs Türk Gazeteciler Cemiyeti Başkanı’ydım ve cemiyet olarak kendisini davet etmiştik. O da kabul etmişti. Düşünün, 1984 Kenan Evren dönemi, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş ve koalisyon ortağı Erbakan dört siyasi lider göz hapsine alınmıştı. Böyle olmasına rağmen biz Ecevit’i Kıbrıs’a davet ettik ve o da bu daveti kabul ederek gelmişti. Çok büyük bir coşkuydu o, çünkü Barış Harekatı’nın emrini veren hükümetin başbakanı olarak burada nice insanlar erkek çocuklarına Ecevit adını vermişlerdi.

Savaş sırasında gelen ‘Müjde’

Akay Cemal (Kıbrıs Gazetesi Köşe Yazarı) 

20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı, Kıbrıs Türk’ünün en büyük bayramıdır. 20 Temmuz 1974 öncesi nice dini ve milli bayramlar geldi geçti. Ama biz bayram nedir bilmedik. Kıbrıs Türk halkı kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla vatan nöbetindeydi. Lise öğrencileri gündüz okulda, gece nöbetteydi. 21 Aralık 1963’ten 20 Temmuz 1974’e kadar bu halk çok acılar çekti, işkencelere tabi tutuldu, şehitler verdi. 

Makarios’a karşı Yunan Cuntası’nın EOKA-B ve Rum Milli Muhafız Birliği ile yaptığı darbede Samson, Makarios’un yerine o makama oturmuştu. Bu darbeden sonra sıra Türklere gelecek ve aynen Girit’te olduğu gibi Türkler bir gecede ortadan kaldırılacaktı. Bu, Kıbrıs Türk toplumunda çok büyük kaygı yaratmıştı. O sırada, Dr. Fazıl Küçük ile birlikte ben gazetede çalışıyordum.  

Katliamları yaşadım 

Genç bir gazeteciyken ilk olarak Ayvasıl katliamını yaşadım. O zamanlar daha Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerleri yoktu ve İngiliz askerleri görev başındaydı. Bir kış günü Doktor Küçük beni oraya göndermişti. Rahmetli Foto Muhabiri Mustafa Özünlü ile birlikte, çamura bata çıka o Türklerin toplu katliamdan, mezardan çıkarılışını gördük. Bu, gazetecilik yıllarımda ilk gördüğüm katliamdı. İkinci Barış Harekâtı’nın hemen akabinde ise foto muhabiri ve halen hayatta olan Osman Rekor ile birlikte ve bir-iki Türkiye’den gazeteci ile birlikte Atlılar, Muratağa, Sandallar katliamını ortaya çıkarmıştık. Bu meslek yaşamımda hâlâ daha gözlerimin önünden gitmeyen olaylardır.  

Kızım oldu 

20 Temmuz 1974’teki en önemli anılarımdan biri de rahmetli eşimin doğum için kliniğe kaldırılmasıdır. Doktoru yurt dışındaydı, havaalanı ve limanlar kapalıydı. Ancak gitmeden önce Dr. Mustafa Erbilen’e rica etmişti. Diğer doktor, kurşun yağmuru altında şehitler abidesinin önünden geçerek kliniğe varır. Benim haberim yok, görevdeyim tabii. Sabah üç buçuk civarı, ışık yok, elektrik yok, sterilize alet yok ama doğum gerçekleştirilir. Saray Otel’de her akşam Türkiye’den gelen gazeteci meslektaşlarla oturup konuşurken, dedim ki böyle böyle, bir kızım oldu. Çıkarma saati beşti, bizimki de üç buçukta doğdu. “Peki, adını ne koydun?” dediler. “Daha adını koymadık, sizden fikir almaya geldik,” dedik. Kimisi “Savaş,” kimisi “Barış,” dedi. Bir arkadaş Ankara’dan, “Ne savaşı, ne barışı yahu,” dedi. “İsmini Müjde koyun,” dedi. Ve dedik tamam, hemfikir olduk ve adını Müjde koyduk. Onun üzerine Milliyet’ten Allah rahmet eylesin, Hasan Pulur, “20 Temmuz Barış Harekâtı ile Kıbrıs Türkleri büyük bir müjde aldı. Ama arkadaşımız Akay Cemal iki müjde aldı” diye köşesinde yazmıştı. 

Körlük içinde barış olmaz

Erten Kasımoğlu (Vatan Gazetesi Kurucusu/Gazeteci-Yazar) 

1974 Mutlu Barış Harekâtı, 1950’li yıllardan itibaren Ada’da karşı karşıya bulunduğu gerek İngiliz sömürge yönetimi, gerekse Rum ve Yunanlıların her türlü baskısına karşı verilmiş bir mücadelede Kıbrıs Türk halkının beklediği bir gündür. 

Kıbrıs Türk’ünün solcusu da, sağcısı da, kim ne isterse olsun, herkeste ortak bir inanç vardı; Türkiye bir gün gelecek ve Kıbrıs Türk’üne özgürlüğü getirecek.  

Onun yarattığı bir birlikte olma vardı, bir birlikte mücadele etme vardı. Ve Kıbrıs Türk’ü işte bunu o şekilde başardı. Yani Mehmetçiği, sağcısı da, solcusu da, farklı düşüncede olanı da, herkes aynı inanç, aynı heyecanla kucakladı. 

10 yıllık bir süre boyunca Kıbrıs Türk halkı abluka altında bu topraklarda yaşam mücadelesi verdi, yok olma tehlikesiyle belli dönemlerde çok ciddi tehlikelerle karşı karşıya kaldı. Ve bu tehlikeleri de işte o söylediğim inanç beraberliği ve tüm fikir ayrılıklarına rağmen özgürlükte birleşme noktası Kıbrıs Türk halkını bugünlere getirmeyi başardı.  

Rumların tahriki 

Rum basını o 10 yıllık süre içerisinde gerçekten bizi çok ciddi anlamda aşağılayan bir yaklaşım içindeydi. Türklere de yönelik radyo yayınları vardı. Kıbrıs Türk halkının en büyük özlemi Türkiye’nin gelmesiydi ya, Rumlar her gün, günde iki-üç defa radyolarında o dönemin 60’lı yılların, 70’li yılların moda bir şarkısı vardı, “Bekledim de gelmedi.” Rumlar Türklere karşı bu şarkıyı çalıyordu devamlı. Yani Türkler Türkçe yayın yapan radyoları açtıklarında ilk evvel karşılaştıkları “Bekledim de gelmedin” şarkısıydı. Benim annemin bir keresinde radyoya elindeki bardağı fırlattığını hatırlıyorum. Bu derece insanlarımızı tahrik ediyorlardı.  

Geçmişin gerçeklerini iyice hafızalara yerleştirilip bütün bu yaşananların ne demek olduğu iyice anlaşılarak Ada’da bir çözüm ve barışa gidilmelidir. Fransız Le Monde gazetesi tarafından Annan Planı döneminde kaleme aldığım iktibas edilen ve ödül alan yazımda da dediğim gibi körlük içinde barış olmaz. 

Barış, geçmişe dayalı, yaşanmış, gerçekler üzerinde ancak sağlanabilir. Bu anlaşmanın olabilmesi ve uzun vadede Kıbrıs Türk halkına yaşatılan o acıların tekrarlamaması için adanın yaşanmış gerçeklere dayalı bir anlaşmanın olması kaçınılmazdır, böyle yapılması gerekir.  

O günlerdeki yaşadığı zorluk, yokluk ve yoksulluklar Kıbrıs Türk halkına bugün ne yapması gerektiğine dair ciddi bir ders niteliğindedir. Onun için Mehmetçiğe ne kadar teşekkür etse Kıbrıs Türk halkı azdır, Türkiye’ye ne kadar teşekkür etse azdır. 

Şehidin cebinden çıkan not…

Mesut Günsev (Barış Harekâtı Gazisi/Emekli Asker/Gazeteci) 

Dünya amfibi harekâtları, çıkarma harekâtları, kıyı başında kalan ve ilerleyemeyen birçok örnekle doludur. Türk Silahlı Kuvvetleri, bir ilki de başararak deniz piyadelerini çıkarma harekâtını, paraşütçülerimizi atma harekâtını ve 50 helikopter ile komandolarımızı indirme harekâtını aynı anda icra ederek Barış Harekâtı’nı gerçekleştirmiştir. Üç özel kuvvet ile başlayan ve koordinesi çok zor olan harekâtın birinci etabını zaferle sonuçlandırması ayrıca önemlidir.  

Barış Harekâtı’nın ikinci safhasının gerçekleşmesi ile katliam çukurlarında soydaşlarımızı gördük ve 20 Temmuz Mutlu Barış Harekâtı’nın ne kadar gerekli olduğunu bizzat yaşayarak Kıbrıslı Mücahit kardeşlerimizle yerinde acıyla saptadık. Bu harekâtta çok küçük bir rolüm takım komutanı olarak ve üsteğmen olarak var ve hayatımın en gurur duyduğum anılarından biridir.  

Fotoğraftaki şiir 

20 Temmuz Mutlu Barış Harekâtı sırasında unutmadığım olaylardan bazıları ise şöyle: 

Makineli tüfek ateşi ile vurularak şehit olan Manga Komutanı Onbaşı Osman Dağlı’nın cebinden çıkanlar beni derinden etkilemiştir. Üst cebinden önce bir not defteri çıktı. İlk iki sayfasında “Arkadaşlar bu akşam taarruz var, şehit olursam, not defterinde isimleri yazan arkadaşlara borçlarım var, şu arkadaşlardan alacaklarım var. Alacaklarımı alıp borcumu ödeyin” yazıyordu. Bu defter şimdi Amfibi Deniz Piyade Tugayı Müzesi’nde, Foça’da, Osman’ın resminin altında. Onu şehit eden otomatik tüfek de orada. Ve öbür cebinden ise bir resim çıktı Osman’ın; Bahriyeli çekilmiş, çok da yakışıklı bir çocuktu, arkasını çevirdim ‘Topraktan aldılar cismimi / Bahriyeli koydular ismimi / Çelik mermi bir gün delerse göğsümü / Hatıra olarak saklayın resmimi’ yazıyordu. O resim de şimdi sonsuza kadar Foça Amfibi Deniz Piyade Tugay Müzesi’nin Osman Dağlı köşesinde duruyor.  

Denktaş’ın oğlu 

Harekâtta unutamadığım anılarından bir diğeri ise iki harekât arasında, Lefkoşa ile Girne yolu tam emniyete alınmamışken, Çıkarma plajına bir askeri araç ile iki mücahit geldi. İri yapılı bir mücahit plaja indi. Gelen mücahidin soyadı Tozduman… “Bizim mermimiz bitti, mermi varsa almaya geldik” dedi. Ben dedim ki “Bizim kalibreler size uymaz. Ama biraz ileride Rumlardan ele geçirilmiş mermiler var, silahlar var. Gidin onlara bir bakın.” Gitti baktı, “Bunlar uyar” dedi. Yukarıda da sakallı bir genç aracın başında bekliyor. “Bu mücahit kim biliyor musunuz?” dedi. “Rauf Denktaş Bey’in oğlu Raif’tir” dedi. Ben çok şaşırdım, daha emniyete alınmamış bir bölgeye gelip geçiyorlar sızarak, bir liderin oğlu savaşın en ön cephesinde mermi almaya geliyor. Çok duygulandım. Daha sonra Sayın Denktaş’a bu anı anlattığımda dedi ki ‘Harekât başladığında arkadaşlarıma ilk verdiğim emir, bana şehitlerin ismini ilk gün getirmeyin’ demek oldu. Çünkü arkadaşlarımın çocukları, kendi çocuğum var. O ruh halinde ne olur bilmem. Dolayısıyla ben ikinci günden sonra o konuya vâkıf olmaya başladım’ dedi. Gözleri yaşardı. Daha sonra da unutulmaz Harp Muhabiri Ergin Konuksever abinin Raif’in Lokmacı Barikatı’nda çarpışırken çektiği resmi İstanbul’da Barış Harekâtı’nın yıl dönümünde sergilendi. Sayın Denktaş o sergide şeref konuğuydu. O resmin karşısında neredeyse ağlayacaktı. Nur içinde yatsınlar. 

Sancaklara madalya teklifi

Milli Mücadele Madalyası verilmeye devam ediyor fakat birçok gaziye ulaşılamadı, zaten yarıdan fazlası rahmetli oldu. Harekâta katılan alayların sancaklarına KKTC Milli Mücadele Madalyası’nın takılmasıyla onların ruhlarının şad olacağına inandığım için bu kanun teklifini gazi komutanım General Atalay Kocatepe ile beraber KKTC makamlarına sunduk. Yasaya bir madde ilave edilmesi gerekiyor, Meclis’te bekliyor. Harekât’ın 50. yılında ümit ediyorum harekata gazi alaylarımızın sancaklarına Milli Mücadele Madalyası takılacaktır.

Author: Seher Alp

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir